Doğu Akdeniz’de Sular Durulmuyor
Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ) İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Fatma Sarıaslan, Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri, sorunun temelleri ve Türkiye’nin Karadeniz’deki önemli doğalgaz keşfi ekseninde değerlendirdi.
Doğu Akdeniz’deki temel meselenin Türkiye ve Yunanistan’ın kendilerine ait olduğunu ilan ettikleri deniz yetki alanlarının örtüşmesi olduğunu belirten Dr. Sarıaslan; “Türkiye’nin ilan ettiği deniz yetki alanının bir bölümü Yunanistan’ın, bir bölümü ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) kendilerinin olduğunu ileri sürdükleri deniz yetki alanları ile örtüşmektedir. Doğu Akdeniz konusunda Yunanistan’ın temel amacı; Türkiye’nin Akdeniz’de kendi karasularına ve Antalya Körfezine sıkıştırılması ve KKTC’nin yok sayılarak Türkiye’nin sanki Doğu Akdeniz’de hiç varlığı yokmuş gibi Yunanistan ile GKRY arasında bir deniz sınırı oluşturulmasıdır. Yunanistan ve GKRY’nin bu fait-accomplilerine karşı çıkan Türkiye, Akdeniz’deki haklarını korumada kararlıdır.” dedi.
Tarafların Temel Tezi Ne?
Türkiye ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki iddialarının temelinde adaların deniz yetki alanı olup olmadığı konusundaki görüş ayrılığının yattığını dile getiren Dr. Fatma Sarıaslan şu açıklamalarda bulundu: “Bu görüş ayrılığı Ege Denizi’nde 1970 ortalarından beri devam etmektedir. Yunanistan adaların deniz yetki alanı olduğu yönündeki tezini Doğu Akdeniz’e de taşımaktadır. Yunanistan, Kaş açıklarında Türkiye sahiline sadece 2 km kadar uzaklıktaki, 10 km2 büyüklüğündeki, üzerinde 150 kişinin yaşadığı Meis Adasını kullanarak Doğu Akdeniz’de 40.000 km2 den büyük bir alana sahip çıkma, kendi deniz alanını Kıbrıs Adasına kadar uzatma iddiasındadır. Türkiye adaların kıta sahanlığı olduğu yönündeki Yunan tezini Ege Denizi’nde de kabul etmemekte, Ege kıta sahasının Türkiye ile Yunanistan kıtaları arasında Ege Denizi’nin ortasından geçtiğini, kıta sahanlığının ve deniz yetki alanlarının ülkelerin kıtalarına göre çizilmesi gerektiğini savunmaktadır. Adaların deniz yetki sahası olmadığını ortaya koyan ve deniz sınırını ülke kıtaları arasındaki ortay çizgiyi esas alarak çizen çok sayıda uluslararası yargı kararı bulunmaktadır. Mısır’la imzalanan deniz yetki alanı anlaşmasının Yunan Meclisinde oylanması üzerine Türkiye, Yunanistan-Mısır anlaşmasını iki ülke arasında deniz sınırı olmadığına işaret ederek yok saymıştır. Türkiye, Yunan’ın bu tahrik edici tutumu karşısında, yeni Navteks yayınlama ve sismik araştırmalara yeniden başlama yönünde meşru ve oldukça yerinde bir siyaset izleyerek yanıt vermiştir. Oruç Reis gemisinin Doğu Akdeniz’de donanma eşliğinde gerçekleştirdiği sondaj faaliyetlerinin yanı sıra Libya ile imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması da bu siyasetin uzantısıdır.”
Doğu Akdeniz: Siyasetten Ekonomi-Politiğe
Doğu Akdeniz’in 2000’li yılların başında bulunan rezervler sayesinde ilgi odağı olmaya başladığını ifade eden Dr. Sarıaslan; “Doğu Akdeniz’in hidrokarbon kaynakları bakımından zengin olduğunun ortaya çıkması ile birlikte mesele politik alandan ekonomi-politik alana doğru evrilmiştir. Doğu Akdeniz’deki zenginliklerden Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Türkiye’nin ve KKTC’nin dışlanarak faydalanılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Türkiye deniz yetki alanları politikası bağlamında izlediği tutum bu bakış açısıyla belirlenmektedir. Bugüne kadar Türkiye 2007’de Kıbrıs Adası’nın batısında petrol-doğal gaz arama ruhsat alanları ilan etmiş, 2011’de KKTC ile kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalamış, müteakiben KKTC Bakanlar Kurulu tarafından TPAO’ya Kıbrıs Adası’nın etrafında hidrokarbon işletme ruhsatları verilmiştir. 2012’de Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararıyla Türk kıta sahanlığında TPAO’ya 2007’de verilen ruhsat sahalarına yenileri eklenmiştir. 30 Mayıs 2020’de ise Libya ile yapılan antlaşma sonrasında Rodos ve Girit adalarının güneyinde kalan kesimlerde 24 ayrı blokta TPAO’ya ruhsatlar verilmiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin daha kararlı ve sert bir şekilde yürütülmesi gerekliliğini ortaya koyan bir gelişme de Türkiye’nin Karadeniz’deki gaz keşfi olmuştur. Bugüne kadar kendi gemileriyle 9 derin deniz sondajı yapan Türkiye, Fatih sondaj gemisi ile Ereğli açıklarındaki Tuna-1 kuyusundaki Sakarya gaz sahası sondajında 320 milyar metreküplük önemli bir doğalgaz rezervi bulmuştur. Bu önemli keşfin ardından Türkiye’nin gerçek manada doğalgaz üreticisi bir ülke olabileceği ihtimali güçlenmiştir. Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri sonucunda da yeni keşifler yapılması halinde, Türkiye’nin enerji ekonomi-politiğinin önündeki fırsatlar önemli ölçüde artacaktır. Bu bağlamda Karadeniz’deki sondaj çalışmalarının ciddi bir meyve vermesi, Türkiye’nin kabiliyeti noktasında önemli bir gösterge olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Türkiye’nin Karadeniz’deki doğalgaz rezervi keşfiyle birlikte, başta Yunanistan olmak üzere bu durumdan rahatsızlık duyan aktörlerin, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki enerji rekabetinden dışlamak amacıyla bölgedeki gerilimi giderek tırmandırdıklarına şahit olunmaktadır. Türkiye bölgedeki ihtilafların ancak ve ancak kıyıdaş ülkelerin geliştireceği diyalog ve yapacakları işbirliği sayesinde hakkaniyet temelinde çözüme kavuşacağı iddiasındadır. Bu noktada Yunanistan’ın deniz yetki alanları sorunlarını Türkiye ile diyalog yoluyla çözmesi gerekliliği açıktır.” ifadelerini kullandı.